Abiyogenez ve Biyogenez

0


Kendinden OluÅŸum “Spontane Jenerasyon”ile karıştırılmaması gerekir.(bugün yanlış olduÄŸunu bildiÄŸimiz bir fikir olan, canlıların cansızlardan hiçbir kimyasal evrim geçirmeden, birden bire ortaya çıkıvermesi: karıncaların oluÅŸumuna ÅŸekerin neden olması düşüncesi gibi)

 Abiyogenez ve Biyogenez

Günümüzün ve günümüzden önceki zamanların en büyük ve en çok ilgi çeken sorusudur: Hayat nasıl başladı? Bunun cevabını öğrenmek için birçok öngörüler, gözlemler ve deneyler yapılmıştır. Çeşitli görüşler öne sürülüp çürütülmüş, bazıları ise deneyler ile desteklenip ilerletilmiştir. Kimileri çıkıp tesadüf demiştir, kimileri ise tüm bu olup biteni kutsal bir varlığın yaratışına atfetmiştir.
  Evrim savunucularına veyahut evrimi kabul eden bireylere sorulan en büyük hatalı ve cehalet içeren soru ”Ä°lk canlı nasıl oluÅŸtu?” sorusudur. Evrim, ilk canlının nasıl oluÅŸtuÄŸundan ziyade, canlılığın ve yaÅŸamın nasıl ÅŸekillenip deÄŸiÅŸime uÄŸraması ile ilgilenir. Bir türün farklı bir türe nesiller içerisindeki deÄŸiÅŸimi ile ilgilenir. Dolayısıyla, eÄŸer evrim savunucusu iseniz ve size bu ÅŸekilde bir soru yönlendirilmiÅŸse, artık cevabını biliyorsunuz. Evrim Teorisi farklı, Abiyogenez Teorisi farklıdır.
Dünya üzerinde uzun yıllar boyunca Spontaneous Generasyon (kendiliÄŸinden oluÅŸma) düşüncesi hüküm sürüyordu. Ancak elbette bu durum ile abiyogenez arasında farklı bir çizgi vardır. Spotaneous generasyon denilen olay, pis bir ÅŸeyin üzerinde toplanan sinek örneÄŸi gibidir. Durum böyle olunca, o pis ÅŸeyden sinekler oluÅŸtuÄŸunu düşünürdü insanlar. Bu düşünce Pasteur’ün deneyine kadar devam etti. Deney ÅŸu ÅŸekildeydi: Ä°ki tüpün içerisine de et koyup kaynatılır. Tüplerden bir tanesinin üzeri açık bir diÄŸerinin kapalıdır. Bir süre sonra açık olan tüpte mikroorganizmalar oluÅŸmaya baÅŸlar. Kapalı olanda ise bu tip bir durum gözlenmez. Bu deney sonucunda kendiliÄŸinden oluÅŸma düşüncesi tamamıyla elenmiÅŸtir. Peki canlı oluÅŸabilmesi için canlı bulunması gerekiyorsa (biyogenez) ilk organizma nasıl oluÅŸmuÅŸtur? Biyogenezin de pek mümkün olmaması durumu abiyogeneze kanıt oluÅŸturmasa da Dünya’nın ilk durumunu göz önünde bulundurursak, birçok ÅŸey daha farklıydı.
 Bildergebnis für abiyogenez

Hadean Dönemi’ne gidelim. GüneÅŸ sistemi büyük bir kaos içerisinde ve fazladan gezegenler bulunmakta. Dünya’nın atmosferi neredeyse yok diyebileceÄŸimiz bir ÅŸekilde, hatta yok. Dünya’ya çarpan Thea adındaki bir göktaşı yüzünden Dünya’nın tahmini sıcaklığı 500 santigrat civarlarında. Birkaç bin yıl içerisinde sıcaklık 250 dereceye düşüyor. Atmosferde yoÄŸun halde gaz halinde su bulunuyor ve ilerleyen zamanlarda yeraltından yüzeye çıkan karbondioksidin yüksek basıncı sebebiyle gaz halde bulunması gereken su sıvı hale geçiyor.
Dünya’nın yüzeyi büyük bir hızla soÄŸumaya baÅŸlıyor ve sıcaklık 20-30 derece arasına geliyor. Yüzey artık daha yoÄŸun bir halde. Uzaydan çarpan göktaÅŸlarının kütlesine katkıda bulunmasından dolayı çekim kuvveti de artıyor ve artık uzaya gazların kaçması engellenmiÅŸ oluyor. Buna raÄŸmen göktaÅŸları ve meteoritler Dünya’ya çarpmaya devam ediyor ve çeÅŸitli elementleri uzaydan Dünya’ya taşımış oluyor. Magmanın soÄŸumasıyla birlikte yüzeyde dev çukurlar oluÅŸmaya baÅŸlıyor ve bu çukurlar da su ile doluyor. Su dolmaya devam ettikçe Dünya’nın tamamını kaplamaya baÅŸlıyor. Dünya artık sular altında.

Yüzeyin sular altında kalmasının canlılığın oluÅŸumuna en büyük faydası, GüneÅŸ’ten gelen yüksek enerjili radyoaktif ışınların su tarafından engellenmesi olmuÅŸtur. Yüksek radyoaktivite kararlı yapıda olabilen kimyasalların oluÅŸmasına engel olan en büyük unsurlardan birisidir. GüneÅŸ ışınları en fazla 200 metre derinliÄŸe ulaÅŸabilir. Biliyoruz ki canlılık bu derinlikte bir yerlerde volkanik bacaların etrafında baÅŸlamıştır. Su elbette o dönemde saf bir halde deÄŸildi. İçerisinde çeÅŸitli kimyasal maddeler de bulunuyordu. YaÅŸamın baÅŸlamasında büyük rol oynayacak olan organik moleküller de bu kimyasalların birbirleri ile olan etkileÅŸiminden oluÅŸuyordu.
Okyanusların dibinde volkanlara benzeyen hidrotermal bacalar bulunmaktadır. Bu bacaların ağız kısmının sıcaklığının 150 santigrat dereceye kadar düştüğü bilinmektedir. Bu sıcaklıkların canlılığın başlangıcındaki birçok tepkimenin hızlı bir biçimde gerçekleşebilmesine izin verdiği bilim camiası tarafından ilan edilmiştir. Bacaları önemli kılan şey içerisindeki mikro-odacık adı verilen kapsüllerdir. Bu odacıkların yapısında pirit ve kalkopirit adı verilen kimyasallar, birçok diğer kimyasal tepkimeyi hızlandırıcı diğer bir adı ile katalize edici etkiye sahiptir. Bu odacıkların her birinde, farklı kimyasal tepkimelerin oluşmasını sağlayabilecek sıcaklık, kimyasal değerler ve basınç bulunmaktadır. Hidrotermal bacaların yaşamın başlangıcındaki etkisinin ne kadar büyük olduğunu görebiliyoruz.

Ähnliches Foto 

Canlılığın Yapıtaşları

Kafaları karıştıran bir diğer husus ise, nasıl olur da cansız maddeler doğal süreçler içerisinde canlı bir maddeye dönüşebilir? İlk olarak canlı ve cansız kavramların tanımlarını bilmek gerekiyor. Klasik anlamda canlının tanımı oldukça basittir: Bilinçli hareket eden maddeler, şeklinde. Ancak teknik tanımdan çok uzak bir tanımdır bu.

Canlılık, çok basit cansız maddelerin bir araya gelmesiyle ilk adımları atılmış bir varlık formudur. Bu formun ayırt edici özelliği ise periyodik cetvelde tamamı cansız olan kimyasalların belli başlı bir grubunu ve bu elementlerden oluşan molekülleri, temel yapıtaşı olarak içeriyor olmasıdır.
Yaşamın en önemli molekülleri : Lipitler, Nükleik Asitler, Şekerler ve Proteinler. Bu büyük polimer moleküllerin altında birçok alt birim ve bunların farklı kombinasyonlarından oluşan birçok kimyasal bulunmaktadır. Yağların oluşabilmesi için gliserol ve yağ asitleri gerekmektedir. Nükleik asitler için nükleotit, fosfat grubu ve şekerlerin bazıları bulunmalıdır. Proteinlerin oluşabilmesi için aminoasit dediğimiz birimler gerekmektedir.
Yağların en temel görevleri hücre zarlarının oluşumunu sağlamak ve hücre içi iletişimi sağlamaktır.

Nükleik asitler, belki de hepimizin bildiÄŸi gibi ”yönetici moleküller” olarak da bilinmektedir. DNA ve RNA’nın genel adıdır. Temel görevleri, genetik bilgilerin, yani bir canlının ne olduÄŸunun ve nasıl olduÄŸunun bilgisinin kodlanması, iletimi ve bunların uygun biyokimyasal ortam saÄŸlandığında ifade edilmesidir. Yani nükleik asitler, evrimsel süreç içerisinde var olurlarken, canlının diÄŸer moleküllerinin üretimi konusunda, özellikle proteinlerle iÅŸbirliÄŸi içerisinde, karşılıklı olarak evrim geçirmiÅŸtir.
Proteinler, . Fazla çeşitlilikleri ile ve yüksek adaptasyon yetenekleri ile belki de canlılık içerisindeki en önemli yapıtaşlarındandır. Kısacası canlılığı sağlayan en önemli yapıtaşlarındandır. Hücrenin işçi molekülleri olarak nitelendirilebilirler. Birçoğu başka kimyasal tepkilerimi hızlandırıcı görevler alır, bazıları hücre içi ve dışı iletimde görev alır, bazıları hücrenin bölünmesindeki hareketlerden sorumludur. Tüm bunlara bağlı olarak doğal süreçler ile oluşabilirler. Nükleik asitler ile olan ilişkileri sayesinde gerektiği zaman, gerektiği kadar salgılanabilirler.

Şekerlerden bahsedelim son olarak da. Bütün canlılarda ortak olarak tüketilen, enerji sağlayan moleküllerdir. Monosakkaritler, disakkaritler ve polisakkaritler olarak gruplandırılırlar. Oluşumlarındaki kimyasal bağlardan dolayı yüksek enerijye sahiptirler ve parçalandıklarında bu bağ enerjisi, kimyasal enerji olarak açığa çıkar ve biyolojik fonksiyonların sürdürülmesinde kullanılır. Özellikle de bu enerjinin sürekli tüketimi halinde, canlılığın varlığını koruyabildiğini görmekteyiz.

Ähnliches Foto 

 

Kimyasal Evrim

Adımlardan ilkinin yağ moleküllerinin oluşumu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü lipitler, günümüzdeki bütün canlıların hücrelerinin de zar yapısını oluşturan, koruyucu ve canlılığın oluşumuna zemin hazırlayıcı moleküllerdir. Lipitlerin oluşumu için öncü yapılar olan gliserol ve yağ asitlerinin de oluşmuş olması gerekiyor. Günümüz modern biyokimyası, bu yapıların okyanus bacaları içerisinde ve etrafında, tamamen doğal süreçler ile oluşabileceğini bizlere göstermektedir. Fischer-Tropsch tepkimesi adıyla bilinen bir dizi kimyasal tepkime, demir sülfür ve bakır sülfür kimyasallarından yola çıkarak, metan, CO2 ve hidrojen gazlarının katılımıyla yağ asitlerinin oluşumunun birinci basamağı olan karboksilin oluşabilmesini sağlamaktadır. Karboksil, bacaların civarında yüksek oranda bulunan metan gazıyla tepkimeye girerek yağ asitlerini oluşturur. Diğer bir yandan Cross-Canizzaro tepkimesi olarak bilinen bir diğer süreç dahilindeyse, 30 santigrat derece sıcakjlıkta, gliseraldehit ve formaldehit gibi okyanusta bolca bulunan, kimyasallar, sodyum hidroksitin etkisi altında gliserol diye bilinen ve yağların yapısına katılan çok önemli molekülleri oluşturabilmektedir. İşte bu iki tamamen doğal tepkime zinciri sonunda oluşan yağ asitleri ve gliseroller, bir araya gelerek lipit moleküllerini oluştururlar.

Yağlar, canlılığın evrimi için birincil derece öneme sahiptir. Çünkü kimyasal yapılarından ötürü amfitatik yapıdadırlar. Yani bu moleküllerin bir ucu suyu kendisine çekerken, diğer ucu sudan kaçmaya çalışır. Bu zıt etkili kimyasal yapıdan doğan etkileşim sonucu yağ molekülleri su içerisinde içi su dolu küresel zırhlar oluştururlar. İşte zırh yapısı içerisinde sıkışan kimyasallar, çevrelerinden izole hale gelmişlerdir. bunun en büyük getirisi, bu zırhın içinin, dışarıya göre daha düzenli ve sakin olmasıdır. Üstelik olası tepkimelerin gerçekleştiği hacmin küçük bir bölgeye sıkıştırılması, kimyasal tepkimelerin gerçekleşme ihtimalini ve hızını da arttırmaktadır. Bu yağ zırhlarına sıkışan kimyasallar, çok daha yüksek hızlarda tepkimelere girebilir ve yeni, daha büyük, daha kararlı yapılar üretebilirler.
Bu yağ zırhı içerisinde hapsolmuş, ilkin hücre-benzeri yapılara günümüzde koaservat ya da ön hücre demekteyiz. Koaservat olarak adlandırdığımız yapıların en temel özelliği, bünyelerinde meydana gelen kimyasal tepkimeler sayesinde ürettikleri enerjiyi aktif olarak kullanarak, fiziki bir düzensizlik terimi olan entropiye karşı koymak için harcamalarıdır. Eğer bu tepkimeler bütünü, bir varlık içerisinde görünüyorsa ona canlı deriz.

Elbette yalnızca bununla beraber ”canlı” diyebilmemiz doÄŸru olmaz. Gerekli olan bir diÄŸer ÅŸey ise metabolizmadır. Metabolizma dediÄŸimiz ÅŸeyin temel amacı: Enerji üretimi ve tüketimidir. Bu aktivite esnasında doÄŸal süreçler ile, biyokimyasal tepkimeler doÄŸrultusunda enerji üretilir ve kullanılır. Canlı dediÄŸimiz, özünde ve esasında cansız olan bu yapılar, entropiye karşı durarak -enerji harcayarak- karşı koyarlar. Bunu yapabilenlere ”canlı” diyebiliyoruz. Canlı ile cansız arasındaki temel fark budur. Yeniden biraz daha geri dönerek, koaservatlara geri dönelim.
Koaservatların evriminden sonraki süreç tam net bir ÅŸekilde bilinmemektedir fakat bu çok da önemli deÄŸildir. Ancak eldeki veriler, koaservat zırhlarının oluÅŸumundan sonra, genetik materyalin oluÅŸtuÄŸunu göstermektedir. Genetik materyal dediÄŸimiz ÅŸeyler DNA ve RNA’dır. Bunlar da dediÄŸimiz gibi ”cansız” maddelerden oluÅŸmaktadır.

Bildergebnis für Genetik Materyalin OluÅŸum Süreci 

Genetik Materyalin Oluşum Süreci

Bu da çok merak edilen diÄŸer bir husustur. Bu süreçte iki zıt görüşü esas alacağız. Ä°lk görüşte, genetik materyalden önce, diÄŸer yapıların oluÅŸtuÄŸunu, sonrasında ise genlerin oluÅŸtuÄŸunu ileri süren ”Önce Metabolizma Hipotezi” yer alır. DiÄŸer bir görüşte ise, ilk önce genetik materyalin oluÅŸtuÄŸunu ve bu ÅŸekilde kimyasalların üretilebildiÄŸini öne süren ”Önce RNA Hipotezi” yer alır.

Birçok bilim insanı, genetik materyalin oluÅŸumundaki en önemli evrenin ribozim -ribozom deÄŸil dikkat edin- adı verilen enzimin, doÄŸal süreçler içerisinde oluÅŸması olduÄŸunu düşünmektedir. Ribozim dediÄŸimiz yapı, ilkel RNA molekülü formundadır. Yani bir nevi RNA’nın atasıdır. Ribozim, oto katalizördür. Ne demek bu oto katalizör? Yani etrafındaki basit moleküllerden faydalanarak kendisini çok hızlı bir ÅŸekilde eÅŸleyebilir. DiyeceÄŸimiz o ki ribozim bir kere var olduktan sonra, kendisini hızlı bir ÅŸekilde kopyalayarak okyanus derinlikleride ana genetik materyal haline gelebilir. Bu eÅŸleme sırasında meydana gelen hatalar sebebiyle yapısal deÄŸiÅŸimler olursa, ribozimin bir süreden sonra bir RNA yapısına dönüşmemesi imkansızdır. Sonrasında ise DNA’nın ortaya çıkmaması için hiçbir neden yoktur.
Uzun yıllar boyunca RNA’nın yalnızca DNA’dan sentezlenebileceÄŸini, dolayısıyla da RNA’dan DNA’nın asla sentezlenilmeyeceÄŸi düşünülüyordu ve buna da Biyolojinin Merkezi Dogması deniyordu. Ancak, daha sonra keÅŸfedilen retrovirüslerin ana genetik materyalinin RNA olduÄŸu, gerektiÄŸi zamanda RNA’dan DNA’yı sentezleyebildikleri ortaya çıktı. Ek olarak, yapılan incelemelerde, ribozimin varlığına ihtiyaç duyulmadan da öncelikle genetik materyalin temellerini oluÅŸturan nükleotit isimli moleküllerin, sonrasında ise bunlar kullanılarak RNA’nın oluÅŸabileceÄŸini bizlere göstermektedir.

YaÄŸ zırhı içerisine sıkışan RNA’lar, zaman diliminde DNA’yı oluÅŸturmuÅŸ ve böylece genetik oluÅŸumu baÅŸlatmış olabilirler. Çünkü DNA, bir hücre içerisinde üretilecek kimyasalları belirleyen moleküldür. Bu süreçten sonra daha öngörülemez olan tepkimeler dizisi, düzene oturmuÅŸtur. Aynı zamanda DNA’yı üretebilen koaservatlar, diÄŸerlerine göre avantajlı konuma geçmiÅŸler ve kısa sürede bu yapıdaki koaservatlardan çoÄŸalan yeni yapılar, okyanus derinliklerinin hakimi haline gelmiÅŸlerdir (moleküler evrim).

  Bildergebnis für Aminoasitlerin ve Proteinlerin Evrimi

Aminoasitlerin ve Proteinlerin Evrimi

Genetik materyalin meydana gelmesinden bir süre sonra, bir diÄŸer hayat molekülü olan proteinlerin sentezi baÅŸlamıştır. Ancak proteinlerin DNA aracılığı ile sentezlenebilmesi için ilk olarak ortamda aminoasitlerin var olabilmesi gereklidir. Bunun nasıl olduÄŸunu tahmin edebiliyor olmalısınız, aminoasitlerin de doÄŸal süreçler ile var olabilecekleri ispatlanmıştır…

1850 yılında, Dr. Adolphe Strecker tarafından bir deney yapılmıştır. Bu deneyde sonucunda asetaldehit, amonyak ve hidrojen siyanit kullanılarak iki tane aminoasit, doÄŸal yollar sonucu üretilebilmiÅŸtir. Daha sonra ise Miller-Urey Deneyi adı verilen deneyde, canlılığın yapısına katılan yirmi iki aminoasidin tamamı doÄŸal yollar ile üretilebilmiÅŸtir. Ãœstelik aynı deney içerisinde yalnızca aminoasit deÄŸil, ÅŸekerler, nükleik asitler, gliserol gibi canlılığın oluÅŸumunu 
 saÄŸlayacak kimyasallar da sentezlenebilmiÅŸtir.


Hâlâ günümüzde abiyogeneze yönelik güçlü veya elle tutulur bir yanlışlama yapılamamıştır. Abiyogenez doğanın bir kuralıdır, olmaması için hiçbir neden yoktur. Yapılan her deneyde de doğada gerekli koşullar çerçevesinde olabilmesi mümkün olduğu gösterilmiştir. Elbette her şeyi bilmiyoruz, daha aralanması gereken çok fazla perde var ancak bu abiyogenezin bir gerçek olduğunu değiştirmiyor. Bundan sonra keşfedilecek olan her şey, abiyogenez kuramının yönünü ya değiştirir ya da daha da fazla güçlendirir.

DoÄŸa insan zihninin çok daha ötesinde bir güce sahiptir. DoÄŸa, insanın ”olabilitesi çok çok düşük” olduÄŸunu düşündüğü ÅŸeyleri bile insan zihninden ayırarak gerçekleÅŸtirebilir. Unutmayın ki yaÅŸayabiliyorsak, doÄŸanın kurallarına uyduÄŸumuz için bunu baÅŸarabiliyoruzdur. Aksi yönden doÄŸaya karşı yapılan her tehdit, bizim anbean sonumuzun göstergesidir.

 Bildergebnis für Aminoasitlerin ve Proteinlerin Evrimi

 Abiyogenez konusunda yeni bir hipotez,

 Gezegenler arası canlılığın transferinin asteroidler yoluyla olduÄŸu yönünde yaygın bir görüş var. ancak yeni bir çalışma gezegenler arası tozun buna neden olmuÅŸ olabileceÄŸini söylüyor. Uzayda saniyede 70 km hızla giden toz, atmosfere ulaşıp oradaki parçacıklara çarptığında onların uzayda belirli biz hızda sürüklenmesine neden oluyor. Bu parçacıkların bazıları yaÅŸayan organizmalar barındırıyor ve baÅŸka gezegenlere ulaÅŸtıklarında oradaki yaÅŸamın kaynağı olabiliyorlar.

Cambridge Ãœniversitesinde olabilirliÄŸi ispatlanmış olan teoridir.bkz[3][4]  


kaynaklar,
1.https://sanatsalcehalet.wordpress.com/2017/09/30/abiyogenez-ve-biyogenez-uzerine/

2.http://www.bbc.com/news/uk-scotland-edinburgh-east-fife-42051252

3.https://www.nature.com/articles/nchem.2202#abstract

4. https://evrimagaci.org/photo/tr/dunyada-yasamin-nasil-basladigi-bilmecesi-cozulmus-olabilir

5.Video-Martin  Hanczyc-Tedx Talks

Tags

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.
Yorum Gönder (0)
Our website uses cookies to enhance your experience. Learn More
Accept !