"Aşk"ın Bilimsel ve Evrimsel Açıklaması
Helen Fisher`in yukardaki Tedx konuşmasını tavsiye ederiz.Ayrıca Helen Fisher`in başka bir aşk konulu Tedx konuşmasıda mevcut.Türkce altyazıları mevcuttur.Tavsiyemizdir.Diğer video için.bkz.[kaynak]Koku Etkisi
Burnumuzda kimi sempatik bulduğumuzu,kimi sevecegimizi ve kiminle birlikte olup çocuk yapmamıza karar vermemizde etkisi oluyor.Her insanın genetik profilini bile yansıtan çok özel bir vücut kokusu vardır.-Kişisel koku bulutumuz bizi bir ila iki metreye kadar çevreler.
-Kişisel koku genetik profili yansıtır.
-Sperm, vajinal sekresyonlara cevap veren koku reseptörlerine sahiptir.
Sadece görünümünüz,sesiniz veya çapkınlığınız eş seçiminde bağlayıcı degildir.Aşk hepsinden önce kokudan başlar.
"insanların kokusu çok önemli ”diyor Ruhr Üniversitesi Bochum'daki Hücre Fizyolojisi Bölümü'nün koku araştırmacısı Hanns Hatt. İlk izlenimdeki görünümü ve akustiği bilinçli olarak algılayıp değerlendiririz ("... iyi görünüyor ve seksi bir sese sahip"), ancak koku bizi bilinçsizce etkiler. Burunda yaklaşık 350 koku reseptörümüz bulunan koku uyaranları limbik sisteme ve hipokampusa iletilir. Bunlar beyinde duyguları ve hatıraları kontrol eden iki alan.
Cilt bile kokuları koklayabilir
Cinsel eşin seçimi aslında burun yoluyla. Orada, 350 koku reseptörünün her birinin vanilya, misk veya bütirik asit konusunda uzmanlaşmış kendi görevi vardır. Hatt, "Bununla birlikte, koku reseptörleri, vücudun diğer tüm dokularında da bulunur, ancak burnun içindeki kadar değildir."Örneğin, cildin sandal ağacının kokusuna tepki veren 15 farklı koku reseptörü vardır. Bu kokunun etkisi altında, cilt hücreleri daha hızlı bölünür ve yaralar hızla iyileşir.
Bağırsakların daha iyi işlev görmesine yardımcı olan çeşitli baharatlara cevap veren bazı koku reseptörlerine de sahiptir. Bu, bazı baharatların neden sindirimi desteklediğini açıklar. Koku reseptörleri ayrıca sperm üzerinde otururlar. İlgili 20 koku vajinal sekresyonlarda bulunabilir.
Koku reseptörlerinin burun dışında eş seçiminde bir rol oynadığı henüz keşfedilmedi.
Tarla ve dağ fareleri deneyi
Oksitosinin beyindeki rolü ile ilgili çığır açıcı çalışma o sırada Maryland Üniversitesi’nde görevli olan C. Sue Carter tarafından gerçekleştirildi. Carter birbirlerine çok yakın olup, öncelikle üreme açısından farklılıklar sergileyen iki fare türünü- tarla faresi (Microtus ochrogaster) ile dağ faresini (Microtus montanus) araştırdı.Tarla fareleri üremek için uzun süreli ilişkiler kurarken, dağ fareleri önlerine gelenle çiftleşmekteydiler ve babalar yavruların büyütülmesine katkıda bulunmuyorlardı.
Carter bu iki türün farklı davranışlar sergilemesine yol açan asıl nedenin oksitosin olduğunu keşfetti. Dişi tarla farelerinin beyinlerindeki haz merkezlerinde çok sayıda oksitosin alıcısı varken, erkeklerde bol miktarda oksitosinin yanı sıra, onunla yakından ilintili olan vasopressin alıcısı da bulunmaktaydı. Oysa dağ farelerinde hem oksitosin, hem de vasopressin alıcılarının sayısı çok daha düşüktü.
Tarla farelerinde bu alıcıların işlevi önlendiğinde, normal çiftleşme süreci gerçekleşemiyordu. Carter çiftleşme süreci sırasında beyinde salgılanan oksitosinin fareler arasında bir bağ oluşturduğu, o eşle iletişimi daha albenili kılarken, ayrılmayı da daha sıkıntılı bir sürece dönüştürdüğü sonucuna vardı.
Farelerde genetik seçim,
Fareler genetik olarak kendilerinden farklı dna sıralamasına sahip fareleri eş olarak seçtiği görüldü. Bu şekilde doğan yeni nesil çocuklar daha sağlıklı ve daha fazla hastalığa karşı daha dirençli oluyor.Dna sıralamasını ise yaydıkları bir kokudan algılıyabiliyorlar. Bu kokuyu bilinçli olarak algılamaları mümkün değil ama bir şekilde vücutları bunu algılıyor .
Aynı deney insanlardada denendi,
Aynı durumun insanlar icin de geçerli olup olmadığını tespit için bir deney yapıldı.Deneyde kullanılan 100 kadından herbiri sırasıyla 3 tane tişörtü ellerine alıp inceledikten sonra fikirlerini söylediler. Bu tişörtlerden bir tanesi kendileriyle aynı, bir tanesi kendilerinden farklı yapıda dna sahibi bir erkeğe aitti. Erkekler kokusuz sabun ve şampuan kullandılar deney için tisörtü bir hafta kullanırken..3. tisört kimse tarafından kullanılmadı, etkiyi ölçmek icin eklendi deneye.Her kadın kendisiyle aynı yapıya sahip adamın tişörtü için "babamın tişörtü" veya "abimin tişörtü" yorumunu yaptı. Farklı olan için ise "sevgilimin" veya "kocamın" dedi. 3. tisört icin hiçbir kadın yorum yapmadı.
Aşkın formülü: 36 soru+4 dakika
1997’de Aron ve ekibi önce birbirinden habersiz bir kadın ve bir erkek buldu. Onları ayrı kapılardan bir odaya soktular ve bir masada karşılıklı oturttular. Bu müstakbel çift birbirini ilk defa işte o masada gördü.Yapmaları gereken oldukça basitti. Önlerindeki kâğıtlardan birbirlerine giderek daha da mahrem alanlara giren tam 36 soru (12’şerden üç set) soracaklardı. Sadece iki kural geçerli: Bir, soruların hepsini cevapla! İki, soru ne kadar mahrem olursa olsun dürüst ol! Bu aşamadan sonra, bir zorlu kısım daha geliyordu. Çiftin, tam dört dakika boyunca birbirlerinin gözlerinin içine bakması gerekmekteydi.
Erkek de kadın da bu deneyde kendilerine düşeni eksiksiz yaptı. Soruları hiç yalana riyaya kaçmadan cevapladılar. Dört dakika boyunca göz göze kalmayı da becerdiler. Sonuç: Altı ay sonra evlenmişlerdi! Dr. Aron ve ekibi düğün törenine elbette davetliydi.
Aron’un deneyi zaman içinde bir efsane haline geldi; sonra günlük yaşamın hayhuyu ve modern teknolojinin sağladığı onca yenilik içinde unutulup gitti...
Ta ki geçen aya kadar kadar.
9 Ocak’ta New York Times gazetesinin ‘Modern Love’ (Modern Aşk) başlıklı köşesinin misafir yazarı Mandy Len Catron, ‘eski’ bir deneyle hayatının nasıl değiştiğini anlatıyordu. Kanada’da yaşayan ABD’li İngilizce öğretmeni ve yazar Catron, Aron’un 36 soru tekniğini uygulamış ve başına gelenlere hayret etmişti. Catron, hikâyesine evvela bir uyarıyla başlıyordu. Bu testi beraberce uyguladığı kişi, hiç tanımadığı biri değildi. Ama onun gerçekte kim olduğunu da tam olarak bilmiyordu. Üniversiteden, uzak bir arkadaşıydı. Yıllar sonra bir spor salonunda yeniden karşılaşmış, arada bir ayaküstü sohbet etmeye başlamışlardı. Bir sohbetlerinde konu, şehir efsanesi gibi dilden dile dolanan ‘36 soru’ya geldi. Şakayla karışık “Yapalım mı” dedikten sonra kendilerini bir barda, ellerinde sorularla buldular.
Her bir soruyu cevapladıkça cesaretleri arttı; mahremlerini birbirine açtılar. Sorular bitince dört dakikalık o son ‘cesaret’ testine de niyetlendiler. Bir ıssız köprüye gidip gözlerini hiç ayırmadan birbirlerine baktılar. En zoru da buydu. Catron’a göre iki dakika ‘dehşete kapılmaya’ yetiyordu: “Ama dört dakikada hakikaten bir yere gidiyorsunuz.” Catron ve karşısındaki erkeğin şu an beraber olduğunu tahmin etmişsinizdir.
36 Soru ilgili detay için.bkz[kaynak]
Matematiğide varmı diye soranlar,
Alttaki Tedx konuşması videosunda izleyebilirsiniz.Türkçe altyazı mevcuttur.
Sonuç bilimsel olarak,
Bilim aşkı aşk molekülü adını taktığı feniletilamin maddesi ile açıklıyor. işin ilginç yanı bu madde amfetamine çok benzeyen doğal bir kimyasal madde ve kişi aşık olduğunda salgılanıyor. Aynı zamanda vücut yüksek miktarda dopamin ve noradrenalin de salgılıyor. dopamin cinsel güdüleri tetikleyen bir madde. Noradrenalin ise kalp atış hızıyla falan alakalı adından da anlaşılacağı üzere.insanların aşık olunca iştahlarını kaybetmeleri, uykusuz kalmaları, ellerinin terlemesi gibi tepkiler beyinde yüksek dozda feniletilaminin salgılanması sonucunda oluşuyor.
Bu salınım paraşütle atladığımızda ya da çikolata yediğimizde de gerçekleşiyor.
Aşıkken akıl yürütme ile ilgili olan beyin bölümünün glikoz kullanımı bir miktar azalıyor. çünkü o bölge bir süre daha az çalışıyor. Aşkın gözü de o yüzden körmüş.
Bu vücutta en uzun üç ay devam ediyor ondan sonra sevgi devam ediyorsa vücut başka şeyler salgılamaya başlıyor. Başka bir aşamaya geçiyor. yani canım cicim ayları bitmiş oluyor.
Onun dışında feromonlar ve evrimsel etki var. Kadınlar çocuklarına bakabilecek güçlü bireyi tercih ederken günümüzde bu para oluyor erkekler doğurgan genç ve sağlıklı bireylerle birliktelik kuruyor.
Evrimsel boyutu
Evrime göre nesli devam ettirme içgüdüsüdür. Nesli devam ettirmenin en temel amacı ise bunu en sağlıklı döller ile sağlamak. Genetik çeşitlilik de burda devreye giriyor. Üreme sistemimiz bunun üzerine kurulu. Bireyler içgüdüsel olarak yeni döller için en uygun genetik yapıdaki bireyi feromonlar aracılığıyla seçebiliyor. Bu yetenek muhtemelen dişi bireylerde daha fazlaydı (insanlar olarak).Muhtemelen kadınların daha çok aşk takıntısı olmasının nedeni de bu olabilir.Böylece, ''gönül bu, otada konar b... da'' lafı bilimsel olarak doğrulanmış oluyor. Zira herkes için Angelina Jolie ya da Brad Pitt, neslinin sağlıklı devamı açısından en uygun genetik yapıdaki birey olamıyor.
Bu arada parfümler, vücut kokuları falan bu yetenekleri köreltme riski büyük görülüyor. Evrim sonucunda yıllar sonraki nesiller aşkı nasıl açıklarlar merak konusu.
Aşk konusunda bilimsel makale arayanlar için.bkz.[8.9.10]
Kaynaklar,
1.http://www.coherer.org/pub/mhc.pdf
2.https://thelovestoryproject.ca/
3.https://www.focus.de/gesundheit/natuerlich-frisch/ich-kann-ihn-nicht-riechen-welche-rolle-unser-individueller-duft-fuer-die-partnerwahl-spielt_id_4893936.html
4.http://journals.sagepub.com/doi/pdf/10.1177/0146167297234003
5.video tedx talk- https://www.youtube.com/watch?v=yFVXsjVdvmY&t=33s
6. https://www.ted.com/talks/helen_fisher_studies_the_brain_in_love
7.https://www.ted.com/talks/helen_fisher_tells_us_why_we_love_cheat#t-395196
8.https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1764845/
9.https://web.archive.org/web/20110920210137/http://www.duke.edu/~haufe/mate.pdf
10.https://www.psychologytoday.com/intl/blog/busting-myths-about-human-nature/201205/marriage-and-pair-bonds