Getty image-
Hem Kilise Hem Cami Hemde Müze Olan Ayasofya`nın Tarihçesi
Ayasofya (Hagia Sophia) dünya çapında üne sahip muhteşem bir mimari eser olarak bilinir. 916 yıl boyunca kilise, 482 yıl boyunca cami olan bu yapı, neden bu kadar ünlüdür?
Roma İmparatorluğu’nun başkenti bilindiği üzere Roma’dadır. İsa`nın çarmıha gerilip Romalılar tarafından öldürülmesi sonrasında, misyonerler özellikle Roma İmparatorluğu’nun şehirlerinde hristiyanlık yaymaya başlarlar.
Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve kültürel yapısına uymamasından dolayı, Hristiyanlık yasak bir din olarak kabul edilir. Hristiyanlar bu yasaktan dolayı 300 yıl boyunca farklı imparatorların elinde baskıya uğrarlar. Bu baskının doruk noktası M.S 284 – 305 tarihleri arasında İmparator olan "Diocletian" zamanında olur. Bugünkü İzmit bölgesinde yer alan Nicomedia adlı şehirde, yazlık sarayından Roma İmparatorluğunu yöneten Diocletian öldükten sonra taht kavgası başlar. Dört komutan kendi aralarında savaşa girişirler. Bu taht kavgasından "Büyük Konstantin" galip çıkar ve Roma İmparatorluğu’nun tahtına geçer. Konstantin ile birlikte Hristiyanlar yaklaşık 300 yıl süren baskıdan kurtulur.
Konstantin daha sonra İmparatorluğun başkentini Roma yerine Byzantium ilan eder. Byzantium bugün Sultanahmet ya da Tarihi Yarımada denilen bölgedir. Bu bölgenin seçilmesi stratejik olarak önemlidir. Bir yarımada olması dolayısıyla daha güçlü bir şekilde savunulabilir ve Doğu ile Batı arasında merkezi bir konuma sahiptir.
Konstantin M.S 330 yılında Roma İmparatorluğu’nun başkentini bu bölgeye taşır ve ismini Nova Roma, yani, Yeni Roma koyar. Konstantin’in ölümünden sonra insanlar şehre, Konstantin’in şehri anlamına gelen, Konstantinopolis ismini verirler.
Ayasofya yapılmadan önce, aynı yerde yapılmış olan iki farklı kilise vardır. Bunlardan ilki Konstantin’in oğlu olan Konstantius tarafından 360 yılında yapılmış olan kilisedir. Bu kiliseye Megale Ekklesia yada "Great Church", yani, Büyük Kilise ismi verilir. İmparator Arkadius zamanında, M.S. 404 yılında çıkan isyanlar sırasında yanar. Arkadios’tan sonra tahta çıkan II. Teodosius, yıkılan bu kilisenin yerine yeni bir kilise yaptırır. Bu ikinci kilise M.S. 532’ye kadar ayakta kalır.
M.S. 532 yılında İmparator Justinianus zamanında şehir halkı, huzursuzluk dolayısıyla büyük bir isyana başlar. Tarihte Nika Ayaklanması olarak geçen bu ayaklanma, neredeyse tüm şehrin büyük hasar görmesine neden olur. Justinianus bu isyanı bastırır, ancak şehrin yeniden kurması gerektiğini anlar. Bu Justinianus için bir fırsattır ve şehri yeniden inşa etmek için hazırlıklara başlar. Konstantin nasıl Yeni Roma’yı kurmak istediyse, Justinianus’un de buna benzer bir amacı vardır. Ancak bu sefer Yeni Roma yerine Yeni Yeruşalim’i, yani Yeni Kudüs’ü kurmayı amaçlar.
Süleyman Tapınağı ve planlama
Bilindiği gibi Yeruşalim, yani Kudüs, bütün dinler için çok önemli ve kutsal bir şehirdi. Bunun en önemli nedeni de orada önce Süleyman tarafından yapılmış olan ve M.Ö. 6. yy’da yıkıldıktan sonra tekrar inşa edilen Kudüs Tapınağı’dır. Bu tapınak onlara göre Tanrı’nın halkıyla buluştuğu yerdi. Dolayısıyla en kutsal yer olarak kabul ediliyordu. İşte Justinianus de Yeni Yeruşalim’in inşa ederken, bir yandan Yeni Tapınağı inşa etmek istiyordu. Dolayısıyla Ayasofya mimarisine bakarken, Kudüs’teki Süleyman Tapınağı mimarisi ışığında bakılmalı.
Justinianus dönemin en önemli iki mimarını huzuruna çağırır ve planından bahseder. Bu mimarlar Trallesli Antemius ve Miletli İsidoros’tur. Antemius ve İsidorus plana bakarak bu binanın yapılmasının imkansız olduğu konusundaki görüşlerini belirtirler; ancak Justinianus kararlıdır. Bu kilisenin yapılması gerekmektedir. İnşaat 23 Şubat 532 tarihinde başlar ve kilise 27 Aralık 537 tarihinde ibadete açılır.
Ayasofya inşa edildiğinde, piramitler dışında dünya üzerindeki en büyük binaydı ve yaklaşık 1000 yıl boyunca böyle kaldı. Kubbesi 1000 yıl boyunca en geniş ve yüksek kubbe olarak kabul edildi.
Ayasofya’nın Mimarisi:
Ayasofya’nın mimarisini bu derece zor kılan, hatta yapımının imkansız olduğunun düşünülmesine neden olan temel özellik, dikdörtgen bir bina üzerine kubbenin yapılması planıydı. Bu Justinianus için çok önemliydi. Peki bunu nasıl gerçekleştireceklerdi?
İlk önce ana kubbeyi taşıyacak olan dört ana kemer yapılması gerekiyordu. Bu dört ana kemer kubbeyi taşıyacaktı; ancak kemerler kenarlarda boşluk kalacak karelerken, kubbe yuvarlak olacaktı. Bu da kubbenin tam anlamıyla desteklenmesine engel olacaktı. Dolayısıyla kemerleri boş olan kısımlarına, ters üçgen şeklinde bingiler (pendentive) inşa edildi. Böylece kubbe dengeli bir şekilde desteklenebilecekti.
Ancak bu sefer de yeni bir zorlukla karşı karşıya kalacaklardı. Kubbenin kendi ağırlığı ve yer çekiminin de etkisiyle kubbe kendisini taşıyan kemerleri dışa doğu itecekti ve bu etkiyle yıkılma tehlikesi yaşayacaklardı. Dolayısıyla kubbeyi taşıyan kemerlerin desteklenmesi gerekecekti. Bu amaçla Kuzey ve Güney kemerleri ana yarım kubbelerle ve her bir yarım kubbenin üç yarım kubbeyle desteklenmesi fikrine yoğunlaşılmıştı. Ancak ana tapınma alanının (Naos’un) dikdörtgen biçiminde olması hedeflendiği için, Doğu ve Batı kemerlerinin yarım kubbelerle desteklenmesi mümkün değildi. Bunun yerine binanın doğu ve batı tarafındaki koridorlarda, ana kemerlere 90 derece kemerler inşa edilip koridorun bir destek işlevi görmesi sağlanacaktır.
Neden Dikdörtgen Bir Yapı ve Kubbe?
Justinien neden dikdörtgen bir yapıda ve kubbede ısrar etmiştir?Bunun nedeni Ayasofya, mimarisi içerisinde güçlü sembolizm içermesi amaçlanmış. Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da "ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup Ortodoksluk mezhebinde Tanrı'nın üç niteliğinden biri sayılır.Bu sembolizmi ikiye ayırabiliriz. Politik ve ruhsal sembolizm:
1- Ayasofya’nın Dünyevi Sembolizmi:
Ayasofya’nın inşasındaki dünyevi sembolizm çok önemliymiş. Binanın dikdörtgen olup üstünde kubbe olmasının çok önemli bir politik nedeni vardı. Dikdörtgen bina olmasının nedeni Süleyman Tapınağı’nın şeklinin dikdörtgen olmasıydı. Ayrıca ilk Hristiyan kiliselerinin mimarisi de dikdörtgen basilikalardı. Kubbe bir Roma icadıdır. Roma’daki Pantheon pagan Roma İmparatorluğu’nun en önemli tapınağıydı. Buradan Hristiyanlığın Musevi temellerini binanın şeklinde, Roma temellerini de kubbede görebiliriz. Ayasofya bir nevi Yeni Pantheon olmuştur.
Süleyman Tapınağı’nın temel bir planı vardı ve üç ana bölümden oluşmuştu: Dış Avlu (Kadınlar Avlusu), Kutsal Alan ve En Kutsal Alan. Dış Avlu halkın bulunabileceği alanlardı. Kutsal Alan kahinlerin ritüeller, ibadetler, kurban ve sunu için hazırlıklar yaptığı alanlardı. En Kutsal Alan ise herkese kapalıydı; çünkü Tanrı’nın Kutsal Ruh’unun bulunduğuna inanılan alandı. O bölgeye yılda bir kez sadece Baş Kahin, halkının günahlarının affını dilemek için girebilirdi.
Ayasofya da bu şekilde üç ana bölümden oluşuyordu. Dış Narteks, İç Narteks ve Naos (En Kutsal Alan). Planlarda da görebileceğiniz üzere alanların boyutları tam anlamıyla birbirine zıttır. Süleyman Tapınağı’nda dış avlu en geniş alanı oluştururken, Ayasofya’da ise en küçük alan olarak görünüyor. Süleyman Tapınağı’nda Kutsal Alan biraz daha küçük bir alan oluştururken, Ayasofya’da rahiplerin hazırlık yaptığı İç Narteks biraz daha büyük bir alan oluşturur. Süleyman Tapınağı’nda sadece Tanrı’nın Kutsal Ruhu’nun bulunduğu alan en küçük alanı oluştururken; Ayasofya’da En Kutsal Alan yani Naos en büyük bölümü oluşturuyor. Bunun tek bir nedeni vardır: İsa’nın çarmıhtaki işleri. İsa insanların günahları için çarmıhta öldüğünde, tapınağın En Kutsal Alanı’nı örten perde yırtıldı (Matta 27:51) ve artık Tanrı ile insan arasındaki engel kalktı. Bundan dolayı artık Kutsal Ruh insandan tamamen izole olan bir varlık değil; tam tersine Pentikost Günü (Elçilerin İşleri 2: 1 – 47) sonrasında insanlarla tek bir parça olan bir varlıktır. Bizler Kutsal Ruh aracılığıyla En Kutsal Alan’a, yani Naos’a girebiliyoruz.
2- Ayasofya’nın Ruhsal Sembolizmi:
Kubbeye baktığımızda yuvarlak bir şekil görürüz ve yuvarlak şekil, sonsuzluğu, ölümsüzlüğü sembolize eder. Kare ya da dikdörtgen de sınırları sembolize eder. Ayasofya bu ruhsal sembolizmini yine Süleyman Tağınağı’ndan alır. Kudüs’teki Süleyman Tapınağı Tanrı’nın Kutsal Ruhu’nın bulunduğu, Tanrı’nın halkıyla bir arada yaşadığı, yerin ve göğün birleştiği yer olduğuna inanıyorlardı. İlk günahla birlikte Tanrı ve İnsan, Yer ve Gök arasında bir ayrılık oldu. Aslında Kutsal Kitap’ta sürekli bir vaat vardır: Göksel egemenlik ile yeryüzünün egemenliği birleşecekti. Yeni Antlaşma’da Matta 6:10’da Rab’bin Duası’nda da şöyle yazar: “Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin isteğin olsun.”. Dolayısıyla göğün ve yerin buluştuğu yer olması açısından Ayasofya önemli bir sembolizm içerir.
Orijinal kubbeye baktığımızda kubbenin merkezinde İsa’nın tahtından aşağı baktığı bir mozaik vardır. Kubbenin kemerlerle birleştiği üçgen bingiler üzerinde Serafimler bulunur. Bu sahnede Yeşaya Peygamber (M.Ö. 6.yy) evrenin yaratıcısı ve kralı olan Tanrı’yı tahtında gördüğünde, tahtın etrafında dört Serafim vardı.İnanışa göre (Yeşaya 6) Serafimler altı kanatlı ilahi yaratıklardır. Tanrı’ya en yakın yaratıklar olmaları dolayısıyla, O’nun dayanılmaz kutsallığı karşısında iki kanatlarıyla ayaklarını örterken, diğer dört kanatlarıyla da yüzlerini örterlerdi.
Kiliselerde sunağın olduğu yere, Apsis, denir ve kilisenin en kutsal bölgesidir. Bu bölge Katolik, Ortodoks, Anglikan kiliselerinde doğuyu gösterir. Ayasofya ise tamamen farklıdır. Ayasofya’nın Apsis’i güneye dönüktür. Bunun nedeni, Yeni Yeruşalim’in Yeni Tapınağı olması dolayısıyla Kudüs’e dönük olmasıdır.
Kayıtlara göre 27 Aralık 537 tarihinde Justinien, kilisenin açılış ibadetinde görkemli binanın İmparatorluk kapısında durur ve şöyle der: “Ey Süleyman! Seni geçtim!” Bu cümlede Justinianus’un Kral Süleyman ile Yeni Tapınak olan Ayasofya’nın Eski Tapınak olan Süleyman Tapınağı’yla olan yarışını görebilirisiniz.
Ayasofya ne zaman cami oldu?
İstanbul'un 1453'te Osmanlı Türkleri tarafından fethinden sonra, fethin sembolü olarak, derhal Ayasofya Kilisesi camiye dönüştürülmüştür. O sıralarda Ayasofya harap bir haldeydi. Bu durumu Kordoba soylusu Pero Tafurve Florentine Cristoforo Buondelmonti gibi Batılı ziyaretçilerce betimlenmektedir. Ayasofya’ya özel bir önem veren Fatih Sultan Mehmet kilisenin derhal temizlenip camiye çevrilmesini emretti, fakat adını değiştirmedi. İlk minaresi onun döneminde inşa edilmiştir. Osmanlılar bu tür yapılarda taş kullanmayı tercih etmekle birlikte minarenin hızla inşa edilebilmesi amacıyla bu minare tuğladan yapılmıştır. Minarelerden biri de sultan II. Bayezid tarafından eklenmiştir. 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman fethettiği Macaristan’daki bir kiliseden Ayasofya’ya iki dev kandil getirtmiştir ki, günümüzde bu kandiller mihrabın iki yanında yer alırlar.
II. Selim döneminde (1566–1574) yorgunluk ya da dayanıksızlık belirtileri gösterdiğinde, bina, dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı baş mimarı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla (payanda) takviye edilerek, son derece sağlamlaştırılmıştır. Günümüzde binanın dört tarafındaki toplam 24 payandanın bir kısmı Osmanlı dönemine, bir kısmı Doğu Roma İmparatorluğu dönemine aittir. Bu istinat yapılarıyla birlikte, Sinan ayrıca, kubbeyi taşıyan payeler ile yan duvarlar arasındaki boşlukları kemerler ile besleyerek kubbeyi iyice sağlamlaştırmış ve binaya iki geniş minare (batı kısmına), hünkar mahfili ve II. Selim’in türbesini (güneydoğu kısmına) eklemiştir (1577). III. Murat’ın ve III. Mehmed’in türbeleri ise 1600’lerde eklenmiştir.
Ayasofya binasının içine Osmanlı döneminde eklenen diğer yapılar arasında mermerden minber, hünkar mahfiline açılan galeri, müezzin mahfili (mevlit balkonu), vaaz kürsüsü sayılabilir. III. Murad Bergama’da bulunmuş, helenistik dönemden kalma (MÖ IV. yüzyıl), "bektaşi taşı"ndan (İng. alabaster) yapılma iki küpü Ayasofya'nın ana nefine (ana salon) yerleştirmiştir. I. Mahmud 1739'da binanın restore edilmesini emretti ve bir kütüphane ile binanın yanına (bahçesine) bir medrese, bir imarethane ve bir şadırvan ekletti. Böylece Ayasofya binası, civarındaki yapılarla birlikte bir külliyeye dönüştü. Bu dönemde ayrıca yeni bir sultan galerisi ve yeni bir mihrap yapıldı.
Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki en ünlü restorasyonlarından biri sultan Abdülmecit’in emriyle İsviçre İtalyanı olan Gaspare Fossati ve kardeşi Giuseppe Fossati’nin nezaretinde 1847 ile 1849 yılları arasında yapılmıştır. Fossati kardeşler, kubbe, tonoz ve sütunları sağlamlaştırdı ve binanın iç ve dış dekorasyonunu yeniden elden geçirdi. Üst kattaki galeri mozaiklerinin bir kısmı temizlendi, çok tahrip olanları ise sıvayla kaplandı ve altta kalan mozaik motifleri bu sıva üzerine resmedildi.Işıklandırma sistemini sağlayan yağ lambası avizeleri yenilendi. Kazasker Mustafa İzzed Efendi'nin (1801–1877) eseri olan, önemli isimlerin hat sanatıyla yazılı olduğu yuvarlak dev tablolar yenilenip sütunlara asıldı. Ayasofya’nın dışına yeni bir medrese ve muvakkithane inşa edildi. Minareler aynı boya getirildi. Bu restorasyon çalışması bittiğinde Ayasofya Camii 13 Temmuz 1849'da gerçekleştirilen bir törenle yeniden halka açıldı.Ayasofya külliyesinin Osmanlı dönemindeki diğer yapıları arasında sıbyan mektebi, şehzadeler türbesi, sebil, sultan Mustafa ve sultan İbrahim türbesi (önceden vaftizhane ve hazine dairesi sayılabilir.)
Ayasofya ne zaman ve neden müze oldu?
1930 ile 1935 yılları arasında restorasyon çalışmaları nedeniyle halka kapatılan Ayasofya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle bir dizi çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalar arasında çeşitli restorasyonlar, kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ve mozaiklerin ortaya çıkarılıp temizlenmesi sayılabilir. Restorasyon sırasında Ayasofya'nın, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik ilkesi doğrultusunda, yapılış amacı olan kiliseye tekrar çevrilmesi konusunda fikirler ortaya atılmışsa da bölgede yaşayan Hristiyan sayısının çok az olmasından dolayı oluşan talep yetersizliği, bölgede bu denli görkemli bir kiliseye karşı yapılabilecek muhtemel provakasyonlar ve mimarinin tarihî önemi göz önüne alınarak Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevrilmiştir. 1 Şubat 1935’te ziyarete açılan müzeyi Atatürk 6 Şubat 1935 tarihinde ziyaret etmiştir. Yüzyıllar sonra mermer zemindeki halıların kaldırılmasıyla zemin döşemesi ve insan figürlü mozaikleri örten sıvanın kaldırılmasıyla da muhteşem mozaikler tekrar gün ışığına çıkarılmıştır.
Ayasofya’nın sistemli olarak incelenmesi, restorasyonu ve temizlenmesi ABD’deki Bizans Enstitüsü (the Byzantine Institute of America) adlı kurumun 1931'deki ve Dumbarton Oaks Alan Komitesi’nin 1940'lı yıllardaki girişimiyle sağlanmıştır. Bu kapsamda yapılan arkeolojik çalışmalar K. J. Conant, W. Emerson, R. L. Van Nice, P.A. Underwood, T. Whittemore, E. Hawkins, R. J. Mainstone ve C. Mango tarafından sürdürülmüş ve Ayasofya’nın tarihine, yapısını ve dekorasyonuna ilişkin başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Ayasofya’da çalışmalarda bulunmuş diğer isimlerden bazıları A. M. Schneider, F. Dirimtekin ve Prof. A. Çakmak’tır. Bizans Enstitüsü ekibi mozaik arama ve temizleme işleriyle uğraşırken, R. Van Nice yönetimindeki bir ekip de binanın, taş taş ölçülerek rölövelerini[not 12] çıkarma çalışmasına girişmiştir. Çalışmalar hâlen çeşitli uluslardan bilim insanlarınca sürdürülmektedir.
Temmuz 2016'da Ayasofya Müzesi'nde düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah namazı ezanı okundu. TRT Diyanet TV'nin Ramazan ayı boyunca Ayasofya'dan "Bereket Vakti Ayasofya" adlı sahur programını ekranlara getirmesine Yunanistan'dan tepki geldi.Ekim 2016'da Müze'nin ibadete açık olan bölümü Hünkar Kasrı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atandı. 2016 itibarıyla Hünkar Kasrı bölümünde vakit namazlar kılınmaya ve minarelerinden Sultanahmet Camii ile 5 vakit çifte ezan okunmaya başlandı.
Turizm`de çok iyi bir gelir kaynağı olan Ayasofya camisiyle ilgili olarak Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği, Ayasofya’nın camiye tekrar döndürülmesi için başvuru yaptı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Ayasofya hakkındaki düşünceleri, Grace Ellison’un 1923’te yayınladığı “An Englishwoman in Ankara” (Ankara’da bir İngiliz Kadın) isimli kitabın 244-245. sayfalarında yeralır.
Ayasofya’nın müze haline getirilmesinden Atatürk’ün haberi olmadığı; bu işin ona duyurulmadan, sahte bir kararname ile yapıldığı iddiasi gerçekmidir?
Habertürk gazetesinin ünlü tarihçi yazarı Murat Bardakçı bu iddiayı belgelerle çürüttü.Atatürk mekânın ibadete kapatılıp müze haline getirilmesini 24 Kasım 1934 tarihli meşhur kararnameden seneler önce düşünmekteydi ve bu düşüncesini Grace Ellison adında bir İngiliz gazeteciye 1923’te açıkça ifade etmiş.Ellison, Mustafa Kemal’i ve onun kurduğu Yeni Türkiye’yi iki kitabında, 1923’te yayınladığı “An Englishwoman in Ankara” (Ankara’da bir İngiliz Kadın) ile 1928’de çıkardığı “Turkey To-day” (Bugünkü Türkiye) isimli eserlerinde uzun uzun anlatmış.Ellison Paşa’ya “Hristiyan dünyasına karşı nasıl iyi bir jest yapabileceğini, meselâ daha önce Hristiyan mâbedi olan Ayasofya’yı Hristiyanlığın kutsal lideri olan Papa’ya iade edip edemeyeceğini” sorar ve Paşa’dan şu cevabı alır:
“Ayasofya gerçi bizim İslamî geleneğimizin bir parçasıdır. Hristiyanlar şayet tek bir kütle olsalardı bu mümkün olabilirdi ama Kilise o kadar çok bölünmüştür ki artık mümkün değildir. Böyle birşey Ruslar’ın, Yunanlılar’ın ve Anglikanlar’ın Ayasofya için bizim toprağımızda birbirleri ile savaşa tutuşmalarına sebebiyet verir; neticede sizin barış için düşündüğünüz jest sonsuz bir arbedeye, bir mücadeleye sebebiyet verir. Bununla beraber Hristiyanlığı dünyanın gözünde onore edebilmek için gücümüzün yettiği çabayı göstermeye çalışacağız. Ayasofya’yı cami olarak muhafaza etmemiz Katolik Kilisesi’ni hakikaten incittiği takdirde orayı müze hâline getirebilir veya ebediyyen kapatabiliriz. Hristiyan dünyasını kasten incittiğimizi hiç kimse söyleyememelidir".
Buna ek olarak Sinan Meydan sahte imza konusuna cevaben belgeleri Sözcü`deki köşesinde yayınladı.
Kaynaklar
1.https://en.wikipedia.org/wiki/Hagia_Sophia
2.https://en.wikipedia.org/wiki/Constantine_the_Great
3.https://en.wikipedia.org/wiki/Diocletian
4.https://www.britannica.com/topic/Hagia-Sophia
5.https://www.nyu.edu/gsas/dept/fineart/html/Byzantine/index.htm?https&&&www.nyu.edu/gsas/dept/fineart/html/Byzantine/31.htm
6.https://www.kutsalkitap.org/ayasofya/?gclid=Cj0KCQjwrIf3BRD1ARIsAMuugNsh_THKwjpCZ8YsuhcC8rYmMjs0GqrWOvVae7kYZFLYnOnfEyEkGNwaApx6EALw_wcB
7.Video-Nova-https://www.youtube.com/watch?v=Y2WNUWDoAM4
8.https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/2712163-ataturk-ayasofyayi-ibadete-kapatip-muzeye-cevirmeye-t-1923te-karar-vermisti
Ayasofya’nın mimarisini bu derece zor kılan, hatta yapımının imkansız olduğunun düşünülmesine neden olan temel özellik, dikdörtgen bir bina üzerine kubbenin yapılması planıydı. Bu Justinianus için çok önemliydi. Peki bunu nasıl gerçekleştireceklerdi?
İlk önce ana kubbeyi taşıyacak olan dört ana kemer yapılması gerekiyordu. Bu dört ana kemer kubbeyi taşıyacaktı; ancak kemerler kenarlarda boşluk kalacak karelerken, kubbe yuvarlak olacaktı. Bu da kubbenin tam anlamıyla desteklenmesine engel olacaktı. Dolayısıyla kemerleri boş olan kısımlarına, ters üçgen şeklinde bingiler (pendentive) inşa edildi. Böylece kubbe dengeli bir şekilde desteklenebilecekti.
Ancak bu sefer de yeni bir zorlukla karşı karşıya kalacaklardı. Kubbenin kendi ağırlığı ve yer çekiminin de etkisiyle kubbe kendisini taşıyan kemerleri dışa doğu itecekti ve bu etkiyle yıkılma tehlikesi yaşayacaklardı. Dolayısıyla kubbeyi taşıyan kemerlerin desteklenmesi gerekecekti. Bu amaçla Kuzey ve Güney kemerleri ana yarım kubbelerle ve her bir yarım kubbenin üç yarım kubbeyle desteklenmesi fikrine yoğunlaşılmıştı. Ancak ana tapınma alanının (Naos’un) dikdörtgen biçiminde olması hedeflendiği için, Doğu ve Batı kemerlerinin yarım kubbelerle desteklenmesi mümkün değildi. Bunun yerine binanın doğu ve batı tarafındaki koridorlarda, ana kemerlere 90 derece kemerler inşa edilip koridorun bir destek işlevi görmesi sağlanacaktır.
Neden Dikdörtgen Bir Yapı ve Kubbe?
Justinien neden dikdörtgen bir yapıda ve kubbede ısrar etmiştir?Bunun nedeni Ayasofya, mimarisi içerisinde güçlü sembolizm içermesi amaçlanmış. Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da "ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup Ortodoksluk mezhebinde Tanrı'nın üç niteliğinden biri sayılır.Bu sembolizmi ikiye ayırabiliriz. Politik ve ruhsal sembolizm:
1- Ayasofya’nın Dünyevi Sembolizmi:
Ayasofya’nın inşasındaki dünyevi sembolizm çok önemliymiş. Binanın dikdörtgen olup üstünde kubbe olmasının çok önemli bir politik nedeni vardı. Dikdörtgen bina olmasının nedeni Süleyman Tapınağı’nın şeklinin dikdörtgen olmasıydı. Ayrıca ilk Hristiyan kiliselerinin mimarisi de dikdörtgen basilikalardı. Kubbe bir Roma icadıdır. Roma’daki Pantheon pagan Roma İmparatorluğu’nun en önemli tapınağıydı. Buradan Hristiyanlığın Musevi temellerini binanın şeklinde, Roma temellerini de kubbede görebiliriz. Ayasofya bir nevi Yeni Pantheon olmuştur.
Süleyman Tapınağı’nın temel bir planı vardı ve üç ana bölümden oluşmuştu: Dış Avlu (Kadınlar Avlusu), Kutsal Alan ve En Kutsal Alan. Dış Avlu halkın bulunabileceği alanlardı. Kutsal Alan kahinlerin ritüeller, ibadetler, kurban ve sunu için hazırlıklar yaptığı alanlardı. En Kutsal Alan ise herkese kapalıydı; çünkü Tanrı’nın Kutsal Ruh’unun bulunduğuna inanılan alandı. O bölgeye yılda bir kez sadece Baş Kahin, halkının günahlarının affını dilemek için girebilirdi.
Ayasofya da bu şekilde üç ana bölümden oluşuyordu. Dış Narteks, İç Narteks ve Naos (En Kutsal Alan). Planlarda da görebileceğiniz üzere alanların boyutları tam anlamıyla birbirine zıttır. Süleyman Tapınağı’nda dış avlu en geniş alanı oluştururken, Ayasofya’da ise en küçük alan olarak görünüyor. Süleyman Tapınağı’nda Kutsal Alan biraz daha küçük bir alan oluştururken, Ayasofya’da rahiplerin hazırlık yaptığı İç Narteks biraz daha büyük bir alan oluşturur. Süleyman Tapınağı’nda sadece Tanrı’nın Kutsal Ruhu’nun bulunduğu alan en küçük alanı oluştururken; Ayasofya’da En Kutsal Alan yani Naos en büyük bölümü oluşturuyor. Bunun tek bir nedeni vardır: İsa’nın çarmıhtaki işleri. İsa insanların günahları için çarmıhta öldüğünde, tapınağın En Kutsal Alanı’nı örten perde yırtıldı (Matta 27:51) ve artık Tanrı ile insan arasındaki engel kalktı. Bundan dolayı artık Kutsal Ruh insandan tamamen izole olan bir varlık değil; tam tersine Pentikost Günü (Elçilerin İşleri 2: 1 – 47) sonrasında insanlarla tek bir parça olan bir varlıktır. Bizler Kutsal Ruh aracılığıyla En Kutsal Alan’a, yani Naos’a girebiliyoruz.
2- Ayasofya’nın Ruhsal Sembolizmi:
Kubbeye baktığımızda yuvarlak bir şekil görürüz ve yuvarlak şekil, sonsuzluğu, ölümsüzlüğü sembolize eder. Kare ya da dikdörtgen de sınırları sembolize eder. Ayasofya bu ruhsal sembolizmini yine Süleyman Tağınağı’ndan alır. Kudüs’teki Süleyman Tapınağı Tanrı’nın Kutsal Ruhu’nın bulunduğu, Tanrı’nın halkıyla bir arada yaşadığı, yerin ve göğün birleştiği yer olduğuna inanıyorlardı. İlk günahla birlikte Tanrı ve İnsan, Yer ve Gök arasında bir ayrılık oldu. Aslında Kutsal Kitap’ta sürekli bir vaat vardır: Göksel egemenlik ile yeryüzünün egemenliği birleşecekti. Yeni Antlaşma’da Matta 6:10’da Rab’bin Duası’nda da şöyle yazar: “Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin isteğin olsun.”. Dolayısıyla göğün ve yerin buluştuğu yer olması açısından Ayasofya önemli bir sembolizm içerir.
Orijinal kubbeye baktığımızda kubbenin merkezinde İsa’nın tahtından aşağı baktığı bir mozaik vardır. Kubbenin kemerlerle birleştiği üçgen bingiler üzerinde Serafimler bulunur. Bu sahnede Yeşaya Peygamber (M.Ö. 6.yy) evrenin yaratıcısı ve kralı olan Tanrı’yı tahtında gördüğünde, tahtın etrafında dört Serafim vardı.İnanışa göre (Yeşaya 6) Serafimler altı kanatlı ilahi yaratıklardır. Tanrı’ya en yakın yaratıklar olmaları dolayısıyla, O’nun dayanılmaz kutsallığı karşısında iki kanatlarıyla ayaklarını örterken, diğer dört kanatlarıyla da yüzlerini örterlerdi.
Kiliselerde sunağın olduğu yere, Apsis, denir ve kilisenin en kutsal bölgesidir. Bu bölge Katolik, Ortodoks, Anglikan kiliselerinde doğuyu gösterir. Ayasofya ise tamamen farklıdır. Ayasofya’nın Apsis’i güneye dönüktür. Bunun nedeni, Yeni Yeruşalim’in Yeni Tapınağı olması dolayısıyla Kudüs’e dönük olmasıdır.
Kayıtlara göre 27 Aralık 537 tarihinde Justinien, kilisenin açılış ibadetinde görkemli binanın İmparatorluk kapısında durur ve şöyle der: “Ey Süleyman! Seni geçtim!” Bu cümlede Justinianus’un Kral Süleyman ile Yeni Tapınak olan Ayasofya’nın Eski Tapınak olan Süleyman Tapınağı’yla olan yarışını görebilirisiniz.
Ayasofya ne zaman cami oldu?
İstanbul'un 1453'te Osmanlı Türkleri tarafından fethinden sonra, fethin sembolü olarak, derhal Ayasofya Kilisesi camiye dönüştürülmüştür. O sıralarda Ayasofya harap bir haldeydi. Bu durumu Kordoba soylusu Pero Tafurve Florentine Cristoforo Buondelmonti gibi Batılı ziyaretçilerce betimlenmektedir. Ayasofya’ya özel bir önem veren Fatih Sultan Mehmet kilisenin derhal temizlenip camiye çevrilmesini emretti, fakat adını değiştirmedi. İlk minaresi onun döneminde inşa edilmiştir. Osmanlılar bu tür yapılarda taş kullanmayı tercih etmekle birlikte minarenin hızla inşa edilebilmesi amacıyla bu minare tuğladan yapılmıştır. Minarelerden biri de sultan II. Bayezid tarafından eklenmiştir. 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman fethettiği Macaristan’daki bir kiliseden Ayasofya’ya iki dev kandil getirtmiştir ki, günümüzde bu kandiller mihrabın iki yanında yer alırlar.
II. Selim döneminde (1566–1574) yorgunluk ya da dayanıksızlık belirtileri gösterdiğinde, bina, dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı baş mimarı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla (payanda) takviye edilerek, son derece sağlamlaştırılmıştır. Günümüzde binanın dört tarafındaki toplam 24 payandanın bir kısmı Osmanlı dönemine, bir kısmı Doğu Roma İmparatorluğu dönemine aittir. Bu istinat yapılarıyla birlikte, Sinan ayrıca, kubbeyi taşıyan payeler ile yan duvarlar arasındaki boşlukları kemerler ile besleyerek kubbeyi iyice sağlamlaştırmış ve binaya iki geniş minare (batı kısmına), hünkar mahfili ve II. Selim’in türbesini (güneydoğu kısmına) eklemiştir (1577). III. Murat’ın ve III. Mehmed’in türbeleri ise 1600’lerde eklenmiştir.
Ayasofya binasının içine Osmanlı döneminde eklenen diğer yapılar arasında mermerden minber, hünkar mahfiline açılan galeri, müezzin mahfili (mevlit balkonu), vaaz kürsüsü sayılabilir. III. Murad Bergama’da bulunmuş, helenistik dönemden kalma (MÖ IV. yüzyıl), "bektaşi taşı"ndan (İng. alabaster) yapılma iki küpü Ayasofya'nın ana nefine (ana salon) yerleştirmiştir. I. Mahmud 1739'da binanın restore edilmesini emretti ve bir kütüphane ile binanın yanına (bahçesine) bir medrese, bir imarethane ve bir şadırvan ekletti. Böylece Ayasofya binası, civarındaki yapılarla birlikte bir külliyeye dönüştü. Bu dönemde ayrıca yeni bir sultan galerisi ve yeni bir mihrap yapıldı.
Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki en ünlü restorasyonlarından biri sultan Abdülmecit’in emriyle İsviçre İtalyanı olan Gaspare Fossati ve kardeşi Giuseppe Fossati’nin nezaretinde 1847 ile 1849 yılları arasında yapılmıştır. Fossati kardeşler, kubbe, tonoz ve sütunları sağlamlaştırdı ve binanın iç ve dış dekorasyonunu yeniden elden geçirdi. Üst kattaki galeri mozaiklerinin bir kısmı temizlendi, çok tahrip olanları ise sıvayla kaplandı ve altta kalan mozaik motifleri bu sıva üzerine resmedildi.Işıklandırma sistemini sağlayan yağ lambası avizeleri yenilendi. Kazasker Mustafa İzzed Efendi'nin (1801–1877) eseri olan, önemli isimlerin hat sanatıyla yazılı olduğu yuvarlak dev tablolar yenilenip sütunlara asıldı. Ayasofya’nın dışına yeni bir medrese ve muvakkithane inşa edildi. Minareler aynı boya getirildi. Bu restorasyon çalışması bittiğinde Ayasofya Camii 13 Temmuz 1849'da gerçekleştirilen bir törenle yeniden halka açıldı.Ayasofya külliyesinin Osmanlı dönemindeki diğer yapıları arasında sıbyan mektebi, şehzadeler türbesi, sebil, sultan Mustafa ve sultan İbrahim türbesi (önceden vaftizhane ve hazine dairesi sayılabilir.)
Ayasofya ne zaman ve neden müze oldu?
1930 ile 1935 yılları arasında restorasyon çalışmaları nedeniyle halka kapatılan Ayasofya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle bir dizi çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalar arasında çeşitli restorasyonlar, kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ve mozaiklerin ortaya çıkarılıp temizlenmesi sayılabilir. Restorasyon sırasında Ayasofya'nın, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik ilkesi doğrultusunda, yapılış amacı olan kiliseye tekrar çevrilmesi konusunda fikirler ortaya atılmışsa da bölgede yaşayan Hristiyan sayısının çok az olmasından dolayı oluşan talep yetersizliği, bölgede bu denli görkemli bir kiliseye karşı yapılabilecek muhtemel provakasyonlar ve mimarinin tarihî önemi göz önüne alınarak Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevrilmiştir. 1 Şubat 1935’te ziyarete açılan müzeyi Atatürk 6 Şubat 1935 tarihinde ziyaret etmiştir. Yüzyıllar sonra mermer zemindeki halıların kaldırılmasıyla zemin döşemesi ve insan figürlü mozaikleri örten sıvanın kaldırılmasıyla da muhteşem mozaikler tekrar gün ışığına çıkarılmıştır.
Ayasofya’nın sistemli olarak incelenmesi, restorasyonu ve temizlenmesi ABD’deki Bizans Enstitüsü (the Byzantine Institute of America) adlı kurumun 1931'deki ve Dumbarton Oaks Alan Komitesi’nin 1940'lı yıllardaki girişimiyle sağlanmıştır. Bu kapsamda yapılan arkeolojik çalışmalar K. J. Conant, W. Emerson, R. L. Van Nice, P.A. Underwood, T. Whittemore, E. Hawkins, R. J. Mainstone ve C. Mango tarafından sürdürülmüş ve Ayasofya’nın tarihine, yapısını ve dekorasyonuna ilişkin başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Ayasofya’da çalışmalarda bulunmuş diğer isimlerden bazıları A. M. Schneider, F. Dirimtekin ve Prof. A. Çakmak’tır. Bizans Enstitüsü ekibi mozaik arama ve temizleme işleriyle uğraşırken, R. Van Nice yönetimindeki bir ekip de binanın, taş taş ölçülerek rölövelerini[not 12] çıkarma çalışmasına girişmiştir. Çalışmalar hâlen çeşitli uluslardan bilim insanlarınca sürdürülmektedir.
Temmuz 2016'da Ayasofya Müzesi'nde düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah namazı ezanı okundu. TRT Diyanet TV'nin Ramazan ayı boyunca Ayasofya'dan "Bereket Vakti Ayasofya" adlı sahur programını ekranlara getirmesine Yunanistan'dan tepki geldi.Ekim 2016'da Müze'nin ibadete açık olan bölümü Hünkar Kasrı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atandı. 2016 itibarıyla Hünkar Kasrı bölümünde vakit namazlar kılınmaya ve minarelerinden Sultanahmet Camii ile 5 vakit çifte ezan okunmaya başlandı.
Turizm`de çok iyi bir gelir kaynağı olan Ayasofya camisiyle ilgili olarak Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği, Ayasofya’nın camiye tekrar döndürülmesi için başvuru yaptı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Ayasofya hakkındaki düşünceleri, Grace Ellison’un 1923’te yayınladığı “An Englishwoman in Ankara” (Ankara’da bir İngiliz Kadın) isimli kitabın 244-245. sayfalarında yeralır.
Ayasofya’nın müze haline getirilmesinden Atatürk’ün haberi olmadığı; bu işin ona duyurulmadan, sahte bir kararname ile yapıldığı iddiasi gerçekmidir?
Habertürk gazetesinin ünlü tarihçi yazarı Murat Bardakçı bu iddiayı belgelerle çürüttü.Atatürk mekânın ibadete kapatılıp müze haline getirilmesini 24 Kasım 1934 tarihli meşhur kararnameden seneler önce düşünmekteydi ve bu düşüncesini Grace Ellison adında bir İngiliz gazeteciye 1923’te açıkça ifade etmiş.Ellison, Mustafa Kemal’i ve onun kurduğu Yeni Türkiye’yi iki kitabında, 1923’te yayınladığı “An Englishwoman in Ankara” (Ankara’da bir İngiliz Kadın) ile 1928’de çıkardığı “Turkey To-day” (Bugünkü Türkiye) isimli eserlerinde uzun uzun anlatmış.Ellison Paşa’ya “Hristiyan dünyasına karşı nasıl iyi bir jest yapabileceğini, meselâ daha önce Hristiyan mâbedi olan Ayasofya’yı Hristiyanlığın kutsal lideri olan Papa’ya iade edip edemeyeceğini” sorar ve Paşa’dan şu cevabı alır:
“Ayasofya gerçi bizim İslamî geleneğimizin bir parçasıdır. Hristiyanlar şayet tek bir kütle olsalardı bu mümkün olabilirdi ama Kilise o kadar çok bölünmüştür ki artık mümkün değildir. Böyle birşey Ruslar’ın, Yunanlılar’ın ve Anglikanlar’ın Ayasofya için bizim toprağımızda birbirleri ile savaşa tutuşmalarına sebebiyet verir; neticede sizin barış için düşündüğünüz jest sonsuz bir arbedeye, bir mücadeleye sebebiyet verir. Bununla beraber Hristiyanlığı dünyanın gözünde onore edebilmek için gücümüzün yettiği çabayı göstermeye çalışacağız. Ayasofya’yı cami olarak muhafaza etmemiz Katolik Kilisesi’ni hakikaten incittiği takdirde orayı müze hâline getirebilir veya ebediyyen kapatabiliriz. Hristiyan dünyasını kasten incittiğimizi hiç kimse söyleyememelidir".
Buna ek olarak Sinan Meydan sahte imza konusuna cevaben belgeleri Sözcü`deki köşesinde yayınladı.
Kaynaklar
1.https://en.wikipedia.org/wiki/Hagia_Sophia
2.https://en.wikipedia.org/wiki/Constantine_the_Great
3.https://en.wikipedia.org/wiki/Diocletian
4.https://www.britannica.com/topic/Hagia-Sophia
5.https://www.nyu.edu/gsas/dept/fineart/html/Byzantine/index.htm?https&&&www.nyu.edu/gsas/dept/fineart/html/Byzantine/31.htm
6.https://www.kutsalkitap.org/ayasofya/?gclid=Cj0KCQjwrIf3BRD1ARIsAMuugNsh_THKwjpCZ8YsuhcC8rYmMjs0GqrWOvVae7kYZFLYnOnfEyEkGNwaApx6EALw_wcB
7.Video-Nova-https://www.youtube.com/watch?v=Y2WNUWDoAM4
8.https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/2712163-ataturk-ayasofyayi-ibadete-kapatip-muzeye-cevirmeye-t-1923te-karar-vermisti