İngilizce Neden Dünya Dili Olarak Kabul Edilmiştir?
İngilizcenin küresel dil ya da küresel lingua franca haline gelmesi de şüphe yok ki,Anglosakson kültürden gelen ulusların ve devletlerin dünya çapındaki güç ilişkilerinde önem kazanması sonucunda mümkün oldu. İngilizcenin küreselleşmesini Birleşik Krallık’ın kolonileşmesi sürecinden itibaren ele alacak; devamında günümüzdeki konumuna ne vasıtalarla geldiğini, ne ölçüde küresel iletişim aracı olduğunu ve bugünulaştığı konumun yarattığı etkilere bakmak gerekir.
Eski Dünya’nın ticaret başkentlerinden İskenderiye ve İstanbul’un Müslümanların eline geçmesinden ve Akdeniz’de faaliyet gösteren İtalyan denizci devletlerinin güç kaybetmesinden dolayı değerli Doğu mallarının Avrupa pazarlarına ulaşması çok maliyetli hale geldi. Bu gelişmeler Avrupalı denizcileri Doğu’nun zenginliklerine ulaşabilecekleri yeni ticaret yolları keşfetmeye itti. Başlarda bilinçsizce yapılan bazı seferler Amerika ve Okyanusya gibi yeni kıtaların keşfedilmesine ve keşfedilmekle kalmayıp buralarda Avrupa kolonileri kurulmasına yol açacaktı. Bu seferlerden dünya tarihinde iz bırakanlar arasında 1475’te ekvatorun geçilmesi, 1488’de Bartolomeu Diaz’ın Ümit Burnu’na ulaşması, 1498’de Hindistan’a varılması ve 1492’de Kristof Kolomb’un Amerika kıtasına ayak basması sayılabilir.Özellikle Kolomb’un daha sonra Amerika ismi verilen bu kıtaya ayak basması simgesel anlamı nedeniyle Batı tarihinde dönüm noktası olarak görülmektedir.
Büyüyen deniz gücü ve hareketli ülke ekonomisi ile Britanya 18. yüzyılın başlarında başarılı bir deniz imparatorluğu kurmak için gerekli olan iki temel şartı da yerine getirmekteydi. Aslında 16. yüzyılın ikinci yarısında İngilizler Karayiplerdeki ilk kolonilerini kurmuşlar ve bu kolonilerini Kuzey Amerika'da geliştirmişlerdi; ancak İngiliz kolonyalizmini kalıcı kılan ve diğerlerinden ayıran faktör, sanayi devrimi olacaktı.1600 yılında kurulan British East India Company kolonilerden elde edilen ulusal zenginliğin arttırılması ve diğer kolonyal imparatorluklardan korunması amacını taşıyordu. Diğer koloni imparatorlukları da benzer şirketler kurmuşlardı. Sanayi devrimiyle birlikte işlenmiş ürünler önem kazandı. Mamul malların gittikçe daha önemli hale gelmesiyle kolonilerden gelen kârı maksimize etmek için yeni kolonyal alanlar yaratılması gerekliliği doğdu. O zamana kadar köle ticaretine bağımlı olan plantasyon koloniciliği artık önemini yitirmekte, hem hammaddenin ithal edileceği hem de mamulmalın ihraç edileceği pazar kolonilerine ihtiyaç duyulmaya başlandı. Sanayi Devriminin başladığı Britanya İmparatorluğu’nun başı çektiği bu süreçte Hindistan öne çıkan koloni bölgelerinden biri olurken, Çin'de de bir tür yarı kolonicilik tesis edildi.Sanayi Devriminin başladığı Britanya İmparatorluğu’nun başı çektiği bu süreçte Hindistan öne çıkan koloni bölgelerinden biri olurken, Çin'de de bir tür yarı kolonicilik tesis edildi.
Ondokuzuncu Yüzyılın son çeyreği kelimenin her anlamıyla kolonyalizmin en parlak dönemidir. Sömürgeciliğin teorize edilerek akademik camiada savunulduğu bu dönemde koloni imparatorlukları en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Alexander Supan’ın 1906’da verdiği bilgiye göre, 1876’dan 1900’e kadar 47 milyon kilometrekare olan koloni arazisi 26 milyonluk bir artışla 73 milyon kilometre kareye ulaşmıştır.
Bunda 1884 Berlin Konferansı’yla getirilen yeni kuralların olduğu kadar ekonomik modelin de büyük etkisi görülmüştür. Bu zaman diliminde Britanyaİmparatorluğu koloni yarışındaki tartışmasız liderliğini devam ettirerek 22 milyon kilometrekare civarında olan koloni topraklarını 33 milyon kilometrekareye çıkarmıştır.
Aynı istatistiklerden Afrika’nın %90.4’ünün, Polinezya’nın %98.9’unun, Asya’nın%56.6’sının, Avustralya’nın tamamının ve Amerika’nın %27’sinin kolonileştirilmiş olduğunu anlıyoruz.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarından İkinci Dünya Savaşı’nın bitişine kadar geçen dönemde kolonyalizm emperyalizm fikriyle birleşmiş ve paylaşım yarışını hızlandıran buolmuştu. Joseph Schumpeter’e göre bu yarış öyle bir boyuta varmıştır ki, artık emperyalizm “bir devletin herhangi bir amacı olmaksızın hiçbir sınır tanımamacasına gücünü yaygınlaştırmaktan ibaret bir irade göstermesi” şeklinde kendini gösterir olmuştur.
Bu görüşten yola çıkarak İmparatorluğun toprak bütünlüğü önemli görülmüş ve herhangi bir ekonomik çıkar sağlama ihtimali bulunmayan toprak parçaları için savaşılmıştır. Falkland Adaları için yapılan savaş bu bakış açısından anlamlıdır. Ancak Hobson’a göre İngiliz emperyalizmi "endüstriyel ve mali çıkarların, halkın zararına vekamusal güçle birlikte, üretim fazlalarını sürebilecekleri ve artı sermayeleriyle yatırımda bulunabilecekleri özel pazarları sağlamak ve geliştirmek amacıyla yüksek düzeydeorganize olmuş iradesi"dir.
Bu iki görüş de başta Britanya İmparatorluğu olmak üzere emperyal güçlerin davranışlarını açıklamakta büyük ölçüde başarılı olmaktadır.Koloniler arasında iletişimi sağlamak, İmparatorluk düşüncesiyle buralarda kendi kültürlerini ve dinlerini yaymak gibi amaçlarla Britanya İmparatorluğu İngilizcenin kolonilerinde yaygınlaşması için 30 Milyon kilometrekarenin üzerindeki kolonilerinde İngilizcenin öğretilmesi için çaba harcamıştır. Hindistan’a İngilizler ilk geldiklerinde
yerel dilleri konuşma çabası içine girmiş olsalar da hakimiyet kurmaya başladıklarında üst kasttan olan birtakım insanlarla çalışmayı ve onlara İngilizce öğretmeyi tercih ettiler.Onların “kan ve renk bakımından Hintli ama zevk, düşünce, ahlak ve kavrayış bakımından İngiliz” olmalarını istiyorlardı.
Bu kapsamda okullar açıldı ve İngiliz Hindistanı’nın sayılı kişileri İngiltere’de üniversite okumaya gönderildi. 1800’lerde yaşayan Hintli bir düşünür olan Ram Mohan Roy’a göre İngilizce “dünyada var olan her türlü gerçekten işe yarar bilgiye ulaşmanın anahatarı”ydı. Uzun soluklu okullaşma ve İngilizcenin kamusal yaşama yerleştirilmesi süreci, Hindistan bağımsızlığını kazansa da İngilizceyi ikinci resmi dil olarak benimsemesine yol açtı ve İngilizce bugün çok çeşitli etnisitelere mensup Hintli halkların anlaşabilmesine yarayan en önemli ortak dilkonumundadır. Gandhi’ye göre anlaşabilmek için herhangi bir yerel dil yerine İngilizce konuşmak zorunda olmak büyük bir aşağılanma kaynağıdır.
İngilizceyi birinci dil olarak benimsemiş ülkeler denince akla gelen ilk ülkeler İngiltere, ABD, Kanada ve Avustralya. İngiltere’yi saymazsak diğer üç ülke yerleşimci kolonyalizmin uygulandığı ülkeler. Kuzey Amerika’nın doğu sahillerine 1600’lü yıllarda yerleşmeye başlayan İngiliz kökenli topluluklar buralarda zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmüşler ve tarım gibi olanaklar yaratarak nüfuslarını zaman içinde arttırmayı başarmışlardır. İlk yerleşimciler kendilerine
pilgrim yani hacı diyen ve Püriten inancına mensup kişilerdi. Alexis de Tocqueville bu kişilerin fikirlerinin Amerikan toplumunu yaratan fikirler olduğunu ifade etmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri tarihinde pilgrim fathers (hacı babalar) olarak adlandırılan bu kişiler, Yerleşimci Kolonyalizm dönemininde simgesi sayılabilir, çeşitli şekillerde resmedilmişlerdir. Anavatandan gelen kişiler sürekli olarak kolonilerdeki nüfusu arttırmış, buradaki nüfus da çoğalarak daha geniştopraklara ihtiyaç duymuştur. Bu yeni toprak ihtiyacı Batı’nın fethini beraberinde getirensüreci yaratacak ve bugünkü Kuzey Amerika haritasının oluşması bu sürecin sonundamümkün olacaktır.Gerek Hindistan, Çin gibi ülkelerde kurulan kolonilerde güç ve prestij sahibiolmanın en önemli aracı olması, gerekse ABD ve Kanada gibi yerleşimci kolonilerde halkın anadili olması sebebiyle yaygınlaşan İngilizce, kolonyalizm döneminde büyük deniz gücü ve sanayileşen ekonomisiyle hızlıca yayılan Britanya Koloni İmparatorluğu eliyle İngilizlerin dili olmaktan çok daha fazlası olmuştur. Bir başka deyişle üzerinde güneş batmayan imparatorluğu üzerinde güneş batmayan dili İngilizce olmuştur.
2- Küresel Dil Olarak İngilizce
Papa II. John Paul 2000 yılının Mart ayında hem İsa’nın ayak izlerini takip etmek hem de Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi toplumlarına seslenmek için Kutsal Topraklar’a gitti. Ancak burada yaptığı konuşmanın dili ne Latince, ne Arapça, ne İbranice ne de kendi anadili olan Lehçe idi. Papa hiçbir İngiliz yerleşiminin olmadığı Orta Doğu coğrafyasında İngilizce konuşmayı tercih etti. Artık İngilizce tartışmasız bir şekilde dünya dili olmuştu.
İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan yıkımın ardından “Uluslararası barış ve güvenliği korumak ve bu amaçla: barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve bunları boşa çıkarmak,saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak ve barışın bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık veya durumların düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçı yollarla, adalet veuluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek” gibi ilkeler çerçevesinde başta Birleşmiş Milletler olmak üzere pek çok örgüt kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin başı çektiği Doğu Bloku dışında kalan dünyanın büyük kısmında ABD’nin etkinliği son derece artmış, Avrupa’nın yeniden inşası gibi amaçlarla Amerikan yardımları pek çok ülkeye ulaşmıştır. Dolayısıyla içinde bulunulan durum nedeniyle kurulan yeni düzen kendi içinde bir eşitsizlik barındırıyordu.Bu dönem aynı zamanda kolonilerin bağımsızlıklarını kazandığı bir dönemdir.Kolonyal dil olma vasfını kaybeden “İngilizcenin küresel kapitalizmin yeni kanatlarına binerek hakim dil ve eğitim aracı olarak güçlü ve meşru (ya da meşrulaştırılmış) geri önüşü” postkolonyal çalışmalar yapanlar tarafından popüler kültüre atıfla “
Empire Strikes Back ” olarak adlandırılmıştır. Ancak artık imparatorluk görünmezdir ve eskisi gibi yekpare değildir.
Ayrıca bu süreç sadece “üçüncü dünya”yı değil, dünyanın en gelişmiş ülkelerini dahi kapsar hale gelmiştir. Refah devleti modelinin ve Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle hızlanan küreselleşme, neoliberal küresel ekonominin kurulmasınıve iletişimin küreselleşmesini ifade eder. İnternet devrimiyle taçlanan bu süreç,İngilizcenin bugünkü konumuna katkıda bulunmuştur.ASEAN, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, ulus aşırı sivil toplum kuruluşları ve çokuluslu şirketler, paydaşları arasında anadili İngilizce olanlar küçük bir azınlıkta dahi olsa çalışma dili olarak İngilizceyi benimsemektedir. Neoliberal ekonomik model içinde varlığını sürdürmek adına küresel rekabete dahil olabilmek için şirketler, çalışma dillerini İngilizce yapıyor ve çalışanlarından İngilizce konuşmalarını bekliyorlar. İngilizceyi çalışma dili olarak benimseyen şirketler arasındaAirbus, Daimler-Chrysler, Nokia, Samsung, SAP, Technicolor ve Microsoft gibi şirketler yer alıyor.
Bunu çok daha ileri boyuta taşımış olan radikal bir örnek, Harvard Business Review’da kendine yer bulmuş: Japonya’nin en büyük e-ticaret şirketi Rakuten’in CEO’su Hiroshi Mikitani 2010 Mart’ında dünyanın bir numaralı e-ticaret şirketi olmayı amaçlayan şirketin resmi iş dilinin İngilizce olacağını ilan etmiştir. Mikitani, planını 7100 Japon çalışanına attığı İngilizce e-postayla duyurmuştur. Bununla da kalmayarak bir gün içinde şirketin kafeterya menüsü, yer yön işaretleri İngilizceye çevrilmiş ve çalışanlara iki yıl içerisinde İngilizce yeterliliklerini belgelemeleri zorunlu kılınmıştır. Honda CEO’suTakanubo Ito’nun “saçma” olarak nitelendirdiği bu değişikliklerle ilgili Mikitani“İngilizceleştirme kritik- önemli demiyorum, kritik. Sony, Panasonic ve Toyota gibi küresel Japon şirketleri üretime dayalı; ancak endüstri değişim içinde, artık mal imal ederek para kazanma devri geçti. Küresel bir organizasyon geliştirmezseniz şirketiniz 10 yıl içinde tarih olur.” şeklinde savunma yapmıştır.
Havacılık gibi sektörlerde anlık iletişim hayati olabilmektedir, Western Sydney
13
University’den dilbilimci Dominique Estival’in verdiği sayıya göre 1970’lerin ortalarından beri en az 2000 kişi yanlış anlaşılmaya bağlı uçak kazalarında hayatını kaybetti.
Bu hayatiyet sebebiyle Havacılık İngilizcesi 2011 yılından beri pilotların ve hava trafik kontrol memurlarının resmi dili. Ancak İngilizceyi anadili olarak konuşanların kullandığı bazı deyimler yabancılar tarafından bilinmediğinden halen iletişim hataları kazalara yol açabilmekte. Bunun dışında İngilizcenin şirketler ve sektörler bazında yayılması tüm hızıyla sürmektedir.Tsedal Neeley buna yol açan faktörleri şu şekilde sıralamaktadır:-Rekabetçi baskı: Küresel ulaşım ve iletişimin gelişmesiyle alım satım yaparkenküresel düşünmek masrafları azaltmak ve kazancı arttırmak vasıtasıyla kârı arttırabilir.Rekabet içinde olunan firmalar bu yola başvurursa şirketler de bu yola girmek zorundakalırlar.-İşlerin ve kaynakların küreselleşmesi: Yeni iş modellerinde şirketler coğrafi olarak birbirinden son derece uzak yerlerde ofisler açma, ürün ve hizmetleri taşeronlar aracılığıyla uzak coğrafyalardan alma eğilimindedirler.-Şirket birleşmeleri ve ortaklıkları: Ulusal düzeyde bile karışık olan iş hukuku, dilfarklılığı söz konusuysa, uluslararası düzeyde özellikle şirket birleşmeleri ve ortaklıklarıgibi konularda içinden çıkılmaz hale gelebilir. Bu faktörlerin biraraya gelmesi, şirketleriortak bir dile, dünyada hakim şirketlerin dili olan İngilizceye itmiştir.
Günümüzde uluslararası camianın ve iş dünyasının önem verdiği İngilizcenin ne derecede yaygın olduğuna dair veriler sunmak gerekirse bugün 1 milyar 750 milyona yakın insanın İngilizce konuştuğu tahmin ediliyor. Bu konuda resmi bir veriye ulaşmak güç, ancak tahminler ve hesaplamalar 1,5 milyar ile 1 milyar 750 bin arasında değişiklik gösteriyor.
İngilizcenin ortalama çalışanlar tarafından ne düzeyde konuşulduğunu ölçmek için Education First tarafından yapılan ve 2016’da altıncısı raporlaştırılan EF EPI İngilizce yetkinlik testi daha iyi İngilizcenin daha iyi iş olanakları yarattığını ortaya koymuştur. Bu testte 18-25 yaş arası genç yetişkinlerin İngilizceye en hakim grup olduğu ortaya konulmuştur. Bu da İngilizcenin hakimiyetinin en azından orta vadede artarak süreceğini göstermektedir. Ülkelerin gelir düzeyi yükseldikçe İngilizce yetkinliklerinin de arttığı bir grafikte gösterilmiştir. (Tablo-1) Bunun yanısıra bir başka grafikte İnsani Kalkınma düzeyiyle İngilizce yetkinliği arasında da yakın bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. (Tablo-2) 72 ülkede yapılan bu testte Türkiye ancak 51. Sırada kendine yer bulabilmiştir. Çok yüksek ile çok düşük arasında 5 yetkinlik düzeyine göre kategorileştirilen sonuçlara göre Türk çalışanlar çok düşük İngilizce yetkinliğine sahiptir.
SONUÇ
Küreselleşme, ilişkilerin sınırların ötesinde yaşandığı yeni bir süreci bereaberinde getirdi. İnsan ilişkilerinin düzeyi ne olursa olsun bir dil vasıtasıyla kurulması zorunluluğuda henüz 20. Yüzyılın başında bir ortak dil arayışını doğurdu. Ortak dil olarak bir ulusal dilin seçilmesinin eşitliğe aykırı olacağı düşüncesiyle geliştirilen ve desteklenen Esperanto gibi yapay diller tarihin akışı içerisinde hiçbir zaman istedikleri düzeye ulaşamadılar. Ancak İngilizce İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan güç dağılımında ve BM gibi uluslararası örgütlerde küresel dil olarak belirmeye başladı.İngilizcenin yayılması küresel iletişim ve ulaşım imkanlarının artmasına paralel olarak hızlı bir şekilde oldu ve Soğuk Savaş’ın bitimiyle canlanan küreselleşme ortamında İngilizce küresel dil haline geldi.İngilizcenin küresel dil haline gelmesi hem özellikle Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı şirketlerin, popüler kültür üretimlerinin ve ürünlerin dünyaya yayılmasıyla ilintili, hem de yeni küresel ekonomik sistemin yarattığı bir ihtiyaç durumunda. Popüler kültür ve teknolojiye duyulan istek ve İngilizce öğrenmenin yarattığı kariyer olanakları İngilizceye yönelik bir rıza yaratmıştır. Bu rıza da dilde tektipleşmenin de katkı sağladığı eşitsiz güç ilişkilerinin üzerini örtmektedir. Bunların dışında İnternet’in icadının da İngilizce sayesinde anlaşabilen insanları biraraya getirdiğini, bu biraraya gelmenin degerek iş gerekse özel ilişkiler düzeyinde olsun, küreselleşmeyi yeni bir boyuta taşıdığınısöylemek gerekir.
Bu arada, İngilizce dünyada en yaygin dil olmasına rağmen, en çok konuşulan dil değildir. Çin standart dili Mandarin çok daha fazla insan tarafından konuşulmaktadır çünkü dünyada yüksek sayıda Çinli vardır. Yaklaşık 360 milyon insan ana dili olarak İngilizce konuşuyor, Mandarin ise yaklaşık 1,1 milyar Çinli tarafından konuşuluyor!
2022'de, dünya çapında anadili yada ikinci dil olarak İngilizce konuşan yaklaşık 1,5 milyar insan vardı; bu, anket sırasında 1,1 milyar Mandarin Çincesi konuşan kişiden biraz daha fazlaydı. Hintçe ve İspanyolca üçüncü ve dördüncü en yaygın dilleri oluşturuyordu.
Yaşanan gelişmeler küresel iletişimde ortak bir dile ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. Bu tarihsel ve kültürel gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:
Britanya İmparatorluğunun büyümesi
ABD’nin Britanya İmparatorluğunun kaybettiği gücü devralması
Endüstri Devrimi
Bankacılığın ortaya çıkması
Uluslararası ilişkilerin ortak bir dile ihtiyaç duyması
Sinemanın tüm dünyaya yayılması
Bilimsel araştırmaların gelişmesi
Bilgiye ulaşma olanaklarının artması
Kaynaklar
1. https://www.academia.edu/33246190/%C4%B0ngilizcenin_K%C3%BCreselle%C5%9Fmesi
2.https://www.babbel.com/en/magazine/how-many-people-speak-english-and-where-is-it-spoken
3.Video-https://storylearning.com/blog/why-english-is-the-global-language
4.https://statisticsanddata.org/data/the-most-spoken-languages-2022/